Rasûlullah aleyhisselam; Mekke’de daraldığı, işkencelerinin dozunun artırıldığı, en büyük destekçisi amcası ve eşini kaybettiği, Taif’ten kovularak tekrar döndüğü Mekke’ye eman almadan giremediği bir ortamda, Allah azze ve celle Medine’lilerin kalbini İslam’a açmıştı.

Medine’de İslam ile şereflenen bu taife, adeta şöyle diyorlardı: “Biz Medine’de rahat içerisindeyiz. Dilediğimiz gibi davet yapıyor, Rabbimiz’e kulluk ediyoruz. Rasûlullah aleyhisselam ise bu emniyet ve rahatlıktan mahrumdur.” Bu düşünce ikinci akabe biatının gerçekleşmesine sebep oldu. Nereden mi biliyoruz? Ahmed İbn-i Hanbel’in Müsned’inde Cabir’den gelen rivayetten;

Medine’de şöyle demeye başladık: ‘Ne zamana kadar Rasûlullah aleyhisselamı bu hal üzere bırakacağız? O Mekke dağlarından kovulup, korku içinde mi yaşayacak?’ Bizden yetmiş insan hac mevsiminde O’na gittik ve: ‘Ey Allah Râsulü sana biat etmek istiyoruz dedik.’”

Rasûlullah aleyhisselam onların biat talebine şöyle cevap vermişti:

“Bana canlılık ve tembellik halinde işitmek ve itaat etmek, darlık ve bollukta infak etmek, iyiliği emredip, kötülükten nehyetmek, Allah hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan konuşmak, bana yardımcı olmak, şayet beldenize gelirsem nefislerinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumak üzere biat ediniz.”

Bugün Rasûlullah aleyhisselam aramızda yok. Ama O’nun ve ashabının gayretleriyle ve Allah azze ve celle’nin vaadi ve koruması ile bize kadar ulaşan bir İslam ve İslam davasını kendine dert edinip Rasûlullah aleyhisselam’ın yolunu takip eden davetçiler var.

O davetçiler ki, bugün Rasûlullah aleyhisselam’ın nebevi hareket metodunu takip ederek insanlara İslam’ı ulaştırmak için hayatlarını buna göre tanzim ediyorlarsa, bizlerin de üzerine düşen vazifeler var elbette.

Eğer ki Cabir’in ve ensârın diğerlerinin aklından geçenler bizim de aklımızdan geçmiyor ve o davetçileri dert edinmiyorsak.. vay halimize…

Eğer ki o davetçiler canla ve başla İslam davasına bir er daha kazandırmak için çalışırken biz sıcak evlerimizde rahat koltuklarımızda bilmem kaç ekran televizyonların karşısında keyif çatıyorsak.. vay halimize…

Bizim bugün o davetçilerin etrafında halka halka olmamız, tabir-i caiz ise ellerini ellerimizle tutup çekerek yakalarımıza yapıştırıp “Ey Allah azze ve celle’nin ve Rasûlullah aleyhisselam’ın yolundan giden ve kutlu İslam davasının bu yahut bundan sonraki asırda yeryüzüne hâkim olması için gayretkâr olan kişi!” diyerek, perçemimizi onlara teslim etmemiz, en birinci ve kutsal vazifemiz olmalıdır.

Ve ensârın biat ettiği şartların hepsini; dinçken ve yorgunken işittik ve itaat ettik diyerek gayret göstermeyi, varlıkta ve yoklukta imkân nispetinde infak etmeyi, onlarla beraber iyiliği emredip kötülüğü sakındırmak gayesi ile çalışmayı, babamız-amcamız-yeğenimiz dahi olsa hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan hakkı konuşmayı ve hakkı yaşamayı, İslam’ın ve İslam davetçisinin izzetini ne olursa olsun korumayı kendimize şiâr edinmeliyiz.

Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver” (İsra, 80) diye dua eden davetçinin duasına elbette icabet edecektir Rabbimiz. Kur’an’da vaadi var; “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7). Ama biz yardıma vesile olmaz da kenarda durursak.. vay halimize…

Rabbimiz; Rasûlüne -aleyhisselam-, Yusuf Suresi 108. ayeti aracılığıyla “İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar bir basiret üzere Allah’a davet ederiz” dedirttiğin gibi biz de diyoruz ki; “Rabbimiz; bizleri sana, sana tabi olan Rasûlüne -aleyhisselam-, ve O’na tabi olan davetçilerine ittiba edenlerden eyle, bizlerin ayaklarını İslam üzere sabit kıl. Bizleri davetçilerine yardımcı kıldığın gibi, bizlere de davetimiz için yardımcılar gönder.

Yoksa! Vay halimize…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here