MEALİ

Dini yalanlayanı gördün mü? (1) İşte o, yetimi itip kakar; (2) Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; (3) Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. (4-5) Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mâni olurlar. (6-7)

İNİŞ SEBEBİ VE ZAMANI

İniş sırasına göre on yedinci, mushaftaki sıraya göre yüz yedinci sûredir. Tekâsür sûresinden sonra Kâfirûn sûresinden önce Mekke’de inmiştir. (Medine döneminde bulunan münafıklara hitaben indiğine dair görüşler de mevcuttur.)

Sûrenin indiği dönem, insanlık dışı tüm adiliklerin toplumu istila ettiği, en küçük iyiliklerin bile yürürlükten kalktığı bir dönemdir. Son derece veciz bir şekilde bu ortamı tasvir eden bu sûre, zamanın değişik dilim ve yerlerinde kendisini gösterebilecek olan tüm cahil toplumlarım karakteristik özelliklerini de içerisine alıyor. Ve sûre, sadece o bozuk gidişatı tasvirle kalmayıp ondan kurtulmanın da yollarını gösteriyor zımmen. O bozuk gidişata sebep olan inançsızlığı ortadan kaldırmakla durumun düzelebileceğini de ima ediyor.

TEFSİRİ

İlk ayette geçen “… gördün mü?” ifadesi için kullanılan “اَرَاَيْتَ” kelimesi, göz ile görmekten ziyade “hiç düşündün mü?”, “üzerine kafa yordun mu?”, “tefekkür ettin mi?” manalarını ihtiva etmektedir. Rabbimiz bize burada “din” ifadesiyle (ki Fatiha’da da ve Kur’an içerisinde başka ayetlerde de görüyoruz) başta “ahiret” ve “hesap günü” olmak üzere aynı zamanda “Allah katında gerçek din olan İslam’ı” (Âli İmran, 19) kastetmektedir. Hakeza din kelimesi aynı zamanda hüküm ve kanun anlamına da gelir ki bu bağlamda İslam şeriatini de içine alır. Bir kimsede şâyet âhirete iman yoksa, yahut âhirete iman doğru ve kâmil bir şekilde gerçekleşmemişse, her şey, her türlü kötülük o kimseden beklenebilir. Çünkü âhireti inkâr tüm şerlerin odak noktasıdır. İşte Rabbimiz bu ayeti ile bu insan tipini tasavvur etmemizi murâd etmektedir diyebiliriz.

Hemen akabinde ikinci ayetin başında geçen ve “işte o” manasına gelen “فَذٰلِكَ” ifadesiyle de ahireti yalanlayan bu insan tipinin özelliklerinden bahsedilmeye başlanmıştır. Bu insan tipleri; “yetimi itip kalkar ve onların mallarını gasp ederler”. Arapça’da “yetim” ifadesi annesi olmayan veyahut babası olmayanlar için kullanılmaktadır. Özetle reşit olmamış ve velisi bulunmayanlar için bu ifadeyi kullanabilir ve yetim kelimesinden bunu anlayabiliriz. Cahiliyye dönemini bir kenara bırakıp bu ayetin günümüze bakan tarafını ele aldığımızda özellikle İslam coğrafyasındaki sıkıntı ve savaşlar nedeniyle velisiz kalmış ve ilgilenilmeye muhtaç yetimlerin çeşitli organ ve fuhuş mafyalarının ya da misyonerlerin eline düştüğünü görmekteyiz. Peygamberi dahi yetim olarak büyümüş bir ümmet olarak bugün ahirete nasıl iman ediyorsak, aynı inanç ve kararlılıkla yetimlere bakmayı kendimize öncelikli görev addetmeli ve özellikle bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşlarına imkanımız nispetinde destekte bulunmalıyız.

Buhari, Tirmizi ve Ebu Davud’da bulunan, Sehl İbnu Sa’d isimli sahabeden rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur; “Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz (orta parmağı ile baş parmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti).”

Üçüncü ayette yine bu insan tipinin özelliklerinden bahsetmeye devam eden Rabbimiz, bu insanların “yoksulu doyurmaya teşvik etmediklerini” söylemektedir. Bu ayette dikkat çeken iki husus bulunmaktadır ki Kur’anda Rabbimizin kullandığı kelimelerin özenle seçildiğinin de bir göstergesi halindedir;

  1. Mealde yoksul diye çevrilen (مِسْك۪ين) (miskin) kelimesidir. Yoksul (fakir) kelimesi; maddi olarak imkanı çok az olan ya da hiç olmayanları tabir ederken, miskin kelimesi bu durumdan daha da aşağıda olan (barınma, giyinme ve benzeri temel insanı gereksinimleri bile karşılayamayan) insanları tabir için kullanılmaktadır. Rabbimiz burada “teşvik etmez” ifadesiyle, tabir-i caiz ise “zaten doyurmak sizin vazifeniz ama yeterli değil, teşvik de etmeniz gerekli” demekte ve “miskinleri” işaret ederek önceliği nereye vermemiz gerektiği konusunda bizleri uyarmaktadır.
  2. Doyurmak manasını vermek için kullanılan (طَعَامِ الْ) ifadesi, fiilin kullanım şekli nedeniyle; kendi cebinizden, malınızdan, yemeğinizden manasının tam aksine “size verdiğimiz ve onların sizin üzerinizde bulunan hakları” manasına gelmektedir. Bu manayı veren Rabbimiz, Mearic sûresinde inkarcıların çekeceği azaptan bahsettikten hemen sonra, azabın uğramayacağı insan modelinden söz açar ve 24 ila 25. ayetlerde bu insanların sahip olduğu özellik mealen şöyle tanımlanır; “Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar”. Ve bu hakkı hak sahiplerine ulaştıran insanlar, hemen sonrasında gelen 26. ayette “Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar” olarak belirtilir.

Dördüncü, beşinci ve altıncı ayetlerde namaz kılanlara hitaben; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır.” denilmektedir. Burada fiili olarak namazı edâ ederken; namazın bir tevhid eylemi olduğunu unutmamamız gerektiğini, namaz ile imanın ayrılmaz bir bütün olduğunu hatırlamamızı, namazı kılarken gerçekleştirdiğimiz hareketlerin ve okuduğumu dua ve surelerin anlamlarını bilmemiz gerektiğini, gösterişten uzak durarak namaza önem vermemiz ve namazı kılarak ondan bir borçmuş gibi kurtulmak yerine namaz kılarak kurtulabileceğimizi anlayabiliriz. Ve yine aynı şekilde namaz kılan bir mü’minin Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad etmesi gerektiğini; zekat, sadaka ve infak konusunda hassas olmasını yani müslümanlığı sadece namaz vakitlerine ve mescidlere indirgemeden, hayatının her anını İslam’a göre tanzim etmesi gerektiğini idrak etmemiz önemlidir.

Yedinci ve son ayette ise, sûreye adını veren (مَاعُونَ) kelimesi kullanılarak zekat ve sadaka gibi infakın her bir parçasıyla beraber tebessüm etmek, yardımlaşmak, iyi niyet beslemek ve iyi niyetle yapılan en ufak yardımlar da kastedilmektedir.

SÛRENİN LİSAN-I HÂLİ

  1. İslam dini parçalanmaz bir bütün olan yegâne Hak dindir.
  2. Din günü olan âhiret gününe iman dinin temel esaslarındandır.
  3. Ahirete imansızlık tüm kötülüklerin, şirk-küfür-nifak-fısk-fücurun temel kaynağıdır.
  4. Kafir ve münafıklara dini anlatırken ahiret inancı, ölüm, kabir ahvalinden işe başlamak, tebliğde verimi arttırabilir. Zira onlar en çok ölümden korkarlar.
  5. Kafirler açıkça dilleriyle dini yalanlarlar. Münafıklar ise halleri ile dini yalanlayıp, inkarlarını kamufle etmeye çalışırlar.
  6. Münafıklık, İslamın güçlü olduğu dönemlerde bir kurum olarak görülse bile; nifak alametlerine, kişiliksiz insanların bulunduğu her dönem ve her toplumda rastlanabilir.
  7. Küfür ve nifak cephesi en küçük bir iyiliği bile yapmayı kendilerine çok görürler. Birinciler toplumun en zayıf kesimi olan yetim ve yoksula, onlara ait olan malları bile vermezler. İkinciler de en küçük bir iyiliği bile men ederler. Her iki cephe de her türlü iyiliğe engeldir.
  8. Yalnızca Allah için kılınması gerekli olan namaz ibadeti, kişinin hayatını kuşatmalıdır. Müminler namaz içinde ve namaz dışında namazlarının muhafızıdırlar.
  9. Riyanın, her türlü amele bulaşan tehlikeli bir virüs olduğunu göz önünde bulundurarak uyanık olmalı, dine ve din gününe imanımızı kuvvetlendirerek riya ile savaşa hazır olmalıyız.

KAYNAKLAR

  1. Diyanet İşleri Başkanlığı – Kur’an Yolu Tefsiri
  2. Namazın Anlaşılması – Prof. Dr. Ali Akpınar
  3. Abdullah Yıldız – Maun Suresi Tefsiri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here